• HAKKIMIZDA (current)
  • EKİP
  • BASIN
  • ÇALIŞMA ALANLARI
  • YAYINLAR
  • KARİYER
  • İLETİŞİM
  • EN
  •  
 

 

  MADEN YASASI MI İHANET YASASI MI

SUNUŞ :
Bu kitapçıkta, Türkiye üzerinde oynanmak istenen oyunlardan biri daha gözler önüne serilmektedir. Yazarın madenlerimizin peşkeş çekilmesine karşı Milli duyguları harekete geçirmek ve bu "İHANET YASASINA" karşı bir duruş sergilemek için kaleme aldığı, bunu da tarihi belgelere dayandırdığı bu kitapçığı TÜRKİYE KAMU-SEN AR-GE MERKEZİ olarak yayın hayatına kazandırmayı milli bir görev bildik. Zira, TÜRKİYE KAMU-SEN yola çıkarken salt ücret Sendikacılığı yapmayacağını Ülke Sendikacılığı yapacağını ilan etmiştir. Türkiye'mizi ilgilendiren her konuda Milli duruşuna dün olduğu gibi bundan sonra da devam edecektir. Kitapçığın hazırlanmasında başta Avukat Dursun YASSIKAYA olmak üzere emeği geçen herkese teşekkürü bir borç bilir, bu kitapçığın hazırlanış amacına ulaşması dileğiyle saygılar sunarım.

Bircan AKYILDIZ
Türkiye Kamu-Sen Genel Başkanı


GAFLET, DELALET DEĞİL "İHANET YASASI" NİTELİĞİNDE Kİ 3213 SAYILI MADEN YASASI VE BAZI KANUNLAR DA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA İLİŞKİN KANUN TASARISI HAKKIN Kİ DEĞERLENDİRMELER
A- Dünya Madenciliğine Gelişimi - Türkiye üzerine Oyunlar;

1800'lü yılların ikinci çeyreğinden sonra, Osmanlı egemenliği altındaki topraklarda, Amerikan, İngiliz, Fransız, Alman, Rus jeologlar sessiz sedasız tıpkı bir köstebek gibi dolaştılar. İngiltere'nin 1895 yılında Osmanlı İmparatorluğunu parçalanması için hazırladığı teklifi Almanya geri çevirmiştir. Almanya parçayı değil bütünü istiyordu. Onlarca Alman uzman, ülkeye gönderildi. Pan-Germen Birliği idealogları Almanları geleceklerinin zengin ve az kalabalık Osmanlı topraklarında yattığına inandırdılar. Geçmişte parlak uygarlıklar barındırmış olan verimli Mezopotamya topraklarının çalışkan almanların elinde büyük bir zenginlik kaynağı olacağına karar verildi. Kayzer II Wilhelm "Doğu Birini Bekliyor". derken Paul Rohrbock ise; Almanya'nın Geleceği Doğu da... Türkiye'de... Mezopotamya da, Suriye de diyordu.
Türkiye ye gelen köstebek jeologlar dan birisi de Profösör Lawrance Smith idi. Bursa Harmancık'ta Nallılar köyünde ilk kromit yataklarını buldu. Zamanla Türkiye'nin krom üretimi, Dünya üretiminin %60'ına ulaştı.
Yeni Kaledonya, hindistan, pakistan ve Rödezya'daki (Zimbabve) kromit yataklarının (sırasıyla 1874, 1903 ve 1906 yıllarıda) bulunmasıyla krom üreticileri arasında korkunç bir rekabet başlatıldı. Bu yıllardaki demir-çelik üreticileri aynı zamanda silah üretiminde uzmanlaşmış tekellerdi.
Türkiye'de, 1883 yılında, Bursa Harmancık kromit yataklarının bulunması ile talan başlamıştır. İlk imtiyaz Cevahirci Elize Leonikalaidi'ye verilmiştir. 1882-1922 yılları arasında 35 adet krom imtiyazı verilir. Bu imtiyazların yirmisi yabancılar ve gayrimüslüm Türk tebasınındır. Türk tebasından olanların hiç birisi de Türk değildir.
Aynı süreç, Anadolu Bor Cevherlerinde de yaşanmıştır. Anadolu da Bor madenine olan ilgi romalılara kadar uzanıyorsa da, ilk ciddi işletme 1865 yılında, karesi Vilayeti (Balıkesir, Kütahya, Eskişehir) sınırları içerisinde, 1861 Maden Nizamnamesi hükümlerine uygun olarak Compaqnie Industrielle Desmazueres adlı Fransız firmasına 20 yıl süreyle verilmesiyle başlar. Daha sonra Borax Company adlı İngiliz-Fransız firması işletim hakkını alır.
Fransız-İngilizler çıkardıkları Boraksı Alçı Taşı adı altında yıllarca çok ucuz bedel ve harçlar ödeyerek kendi ülkelerindeki tesislerinde işlemişlerdir.
Daha sonra Müşir Fuad Paşa'ya imtiyaz verilmiş, o da 1889 yılında iki Fransız'a (Viale ve Pradel) satmıştır.
Bu süreçte, Osmanlı ekonomisi içerisinde yer tutan neredeyse tamamı yabancı olan bankaların amaçları ait oldukları ülkelerin ve (yabancı) sermaye sahiplerini osmanlı üzerindeki ekonomik ve politik çıkarlarını korumak, yeni imtiyaz ve çıkarlar sağlamanın yanı sıra doğuya doğru ekonomik ve politik genişlemenin aracı olmak ve sanayilerinin hammadde ihtiyaçlarını karşılamaktı. 1899 yılına kadar Osmanlı mali sisteminin tamamına yakını İngiliz mali sermayesinin kontrolündeydi. Dahasonra Osmanlı maliyesinin borçlarını döndürebilmek amacıyla 1905 yıllarında Deutsche Bank devreye girdi. (M.Mustafa CINKI-Kanlı Bir Öykü)
Osmanlı zora girip borçlanmaya başladığında; "Şimdi Türkler hızla borçlanmaktadırlar. Ancak yirmi beş yıl sonra Osmanlı Toplumunda borçlanmaya karşı muhalif unsurlar ortaya çıkacaktır. İşte o zaman gerek alacaklarımız ve gerekse bunların faizleri tehlikeye düşecektir. Bu nedenle osmanlı Devletinin maliyesi, ekonomisi ve servetleri üzerinde ki çıkarlarımızı koruyabilecek Türk Yöneticilere ihtiyacımız olacaktır. Bu yerli misyonerlerin bizden ve yapacağımız siyasi baskılardan çok daha yararlı olacağı kanısındayız. Bunlar, Türk halkına kendi dilleri, kendi ikna yöntemleri ile yaklaşma olanaklarına sahiptirler. Bu yerli misyonerler alacaklarımızın, bir yada birkaç yüzyıl teminat unsurlarından en önemlilerinden biri olacaktır." (Fransa Maliye Bakanlığı Müşaviri ve Osmanlı Devletinden alacağı olan devletlerin hesap komisyonu başkanı Daniel DUCOSTE-1889 Yeni Hayat Dergisi Ağustos 2002 sayısı arka kapak sözleri ile adeta bu günü tarif etmiştir.
Tüm bu süreçte, Filistin topraklarında yeni bir yapılanmaya gitmeye çalışan ve bunda da muvaffak olan Teoderi HERLZ padişah Sultan II. Abdülhamit'e yazdığı mektupta özetle şöyle diyordu; "Bugün bizim taleplerimizi yerine getirmez iseniz, yarın yapacağınız her anlaşmada topraklarınızın bir bölümünü kaybedeceksiniz. Her anlaşma sonucunda bir parça toprağınız elinizden çıkacak ve bir süre sonra işgal edilip parçalanacaksınız" diyordu. (Doç.Dr. Yaşar KUTLUAY-Siyonizm ve Türkiye)
Çöken Osmanlı İmparatorluğunun kalıntıları altından, yerli mali sermaye çıkmadı. Çünkü, Osmanlının Bankacılık sistemi Avrupa'nın Seligmann, Goldshimid. Oppenheimer ve Rothschild gibi aileleri tarafından münferiden ya da ortaklaşa kurulmuştur. Ancak, imparatorluk batarken, ülkeyi önce bunlar terk etmiştir.
Birinci Dünya Savaşı sonucu yenik düşen Osmanlı SEVR'i imzalamak zorunda kaldı. Bu günkü, uygulama ve sonuçları itibariyle IMF ve Dünya Bankası ilişkileri ile adeta birebir benzerlik gösteren Sevr Anlaşmasına göre; Anadoluyu işgal ederek bir milletin yaşam hakkını elinden alanlar, ne talihsiz bir rastlantı ki hesapsızca borçlandırdıkları Osmanlı Devletinin Türkiye'ye yardım gibi bir kavramın arkasına sığınarak, hem malını hem canını alma hakkını elde etmişlerdir.
İtilaf Devletleri, devlete borç veren veya vermeyen uyruklarının zararını ziyanını karşılamak amacıyla Osmanlı Hükümetince verilecek bir imtiyazı denetlemiş, Maliye Komisyonunun vizesini alamayan imtiyazlar engellenmiştir. Tahsili Düyun-u Umumiye'ye bırakılan gelirden biride Ergani Bakır Madeni gelirleridir. (Bu gün buna örnek TPAO'nun Tengiz Petrolleri üzerindeki %15'lik payına karşılık yatırması gereken meblağın ödenmemesine IMF tarafından izin verilmeyişidir.)
Söz konusu gerekçenin arkasında ki asıl sebep ise 1900 yılında Türkiye'ye gelen Amerikalı Albay Colby M. CHESTER adıyla anılan, Doğu ve Güneydoğu da yapılacak demiryolu ağının finansmanı için kaynak bulmaya yönelik plandır. Plana göre, demiryolu inşaatı karşılığında hattın her iki yanından yirmişer km kadar uzanan bir alan içindeki madenlerin işletim hakkını 99 yıllığına ABD'ye verilecektir.

Projenin Sivas'tan Güney Doğuya doğru uzanan ana hat üzerindeki Harput Ergani, Diyarbakır noktaları Türkiye'nin ve Dünyanın en önemli krom ve Türkiyenin en önemli bakır ve petrol yataklarıdır. Bu yataklar Chester Projesinin 40 km'lik imtiyaz şeridi içinde kalmakta, yine bu imtiyaz şeridi içinde bulunan maden ilçesinde 200 milyon ton yüksek tenörlü bakır madeni ile Van Gölü civarından çıkarılacak yüksek tenörlü bakır madeni ile Van Gölü civarından çıkarılacak milyarlarla varil petrol bu projenin finansmanında kullanılacaktır. 100 Milyon $ maliyete karşın 100 milyar $ kar hedeflenmiştir. 07.04.2003 tarihli (AMDL'nin Haritası) (M.Cınkı Kanlı Bir Öykü)

17 Temmuz 1923 tarihli New York Times gazetesinde; "Lozan da Amerika bir zafer kazandı. Israrla üzerinde durduğumuz açık kapı-herkese eşit imkan ilkesi kabul edildi. İtilaf devletleri Türkiye Petrol Şirketi ile ilgili imtiyazların antlaşma dışı kalmasını ve gelecekteki Türk İmtiyazları için kendilerine öncelik verilmemesini kabul etti. Bu imtiyazlara karşı Türkler ve Amerikalılar aynı saflarda çetin bir mücadele verdi" şeklinde bir haber çıkmıştır. ABD Lozan görüşmelerinde Türkiye'nin yanında yer alır. Türkiye 24 Temmuz 1923 tarihinde, Lozan'ı imzalar. ABD'ye giden Refet Bey'in imzaladığı anlaşma TBMM'de vekillere yapılan ayak oyunlarıyla onaylanır. Ancak ATATÜRK anlaşmayı iptal eder. Bunun sonucu olarak da ABD-Lozan Antlaşmasını bugüne kadar tanımamıştır. (Ali Kuzu-Papor)
Atatürk'ün ikinci Sevr Anlaşması gerekçesi ile Chester imtiyazını iptal etmesinin nedeni; 18 Şubat 1923 tarihinde İzmir de toplanan Türkiye İktisat Kongresinde uzun tartışmalar sonucunda; MİSAK-I İKTİSADİ'nin kabul edilmesidir. Yani planlı kalkınmanın temeli atılmıştır. Ancak planlı kalkınma sosyalist sistemle değil liberal ekonomik uygulamalarla olacaktır. Dönemin zor koşullarında alınan bu karara karşılık II. Dünya Savaşı öncesi dünyada krom-çelik ihtiyacı had safhaya ulaşmıştır. Türkiye 1939 yılında Dünya kromit üretiminin %16.4'ünü teşkil eden yaklaşık 190.000.-tonunu tek başına üretmiştir. Bu da Cumhuriyet döneminde kurulan MTA ve ETİBANK tarafından gerçekleştirilmiştir.
Buna benzer durum bugün BOR için de söz konusudur. Dünya ham Bor tüketiminin %95'ini TÜRKİYE karşılamaktadır. Sektörde öncü şirket olan U.S. Borax, kesinlikle ham bor ihracatı yapmamaktadır. Avrupa bor endüstrisi, Uzakdoğu ve Asya tamamen Türk borlarına bağımlıdır. Türk Borunun ABD'ye rakip olması halinde 1 Trilyon Doların üzerindeki ileri endüstri pazarının çoğunluğunu Türkiye ele geçirecektir.
Osmanlı döneminde "Fethiye/Üçköprü bölgesinde bulunan kromit yataklarının ilk işletme ruhsatı 1887 yılında Ali Rıza Paşa'ya verilmiştir. Ali Rıza Paşa'nın öldüğü 1926 yılına kadar işletilen kromit madenleri, bu tarihten sonra verilen imtiyazın iptal edilmesiyle bir müddet sahipsiz kalmış, ancak bu süre içerisinde Gürşana adında bir şirket tarafından bölgedeki kromit yatakları gayri yasal olarak sahiplenilmiştir. Ali Rıza Paşa, Gürşana adlı şirketin ardından Fethiye-Üçköprü kromit sahalarının işletme ruhsatı Fransız uyruklu Fethiye Şirket-i Madeniyesi ünvanlı şirkete verilmiştir. Fransız sermayeli "Fethiye Şirket-i Madeniyesi adlı şirket Üçköprü kromitlerinin maden kirasını ödemediği gibi şirket sahayı 35 yıl işlettikten sonra, hiçbir zaman bilançosunda kar göstermediği için vergi de vermemiş üstelik krom sahalarını tahrip etmiştir. Bu konuda İstanbul Asliye 4. Tic. Mahkemesinin 61/523 sayılı dava dosyasında hiç kazanç elde edemediğini iddia etmiştir. (M.CINKI-Kanlı Bir Öykü)
Borda durum; Demokrat Parti döneminde bor sahalarında faaliyet gösteren BORAX CONSOLİDADET LTD (BCL)'ye Cumhuriyet dönemi öncesi bir teslimiyetle alt yapı oluşturulmuştur. BCL, çıkartılan yasalardan daha fazla yararlanmak için 25 kasım 1955 tarihinde isim değiştirmiş, adının başına TÜRK kelimesi koyarak sermayesinin %80'i merkezi İngiltere'de bulunan BCL şirketine %20'si Türk ortaklara ve İngiliz ortaklara ait olmak üzere TÜRK BORAKS MADENCİLİK A.Ş. adını almıştır. Sultançayırı bor maden imtiyazını da 06.01.1956 tarihinde yeni oluşturulan şekli üzerine tescil ettirmiştir. Şirket, bor rezervlerinin miktarını düşük göstermiştir. Şirket Kırka'nın Sarıcakaya bölgesinde yaptığı sondajlar sonucu tespit ettiği rezervi 10 milyon ton olarak beyan ederek 45 yıllık imtiyaz talep etmiş, ancak şüpheler üzerine aynı bölgede MTA tarafından yapılan araştırmalarda rezervin 400 milyon ton olduğu ortaya çıkarılmıştır.
İkinci Dünya Savaşı yıllarında Dünya ekonomisinin durgunluğu bahane edilerek ülke zorlanmaya başlamıştır. 1946 yılında Türkiye'ye yapılacak ekonomik yardım öncesi, ABD kongresine bir rapor sunmak üzere 20. Yüzyıl vakfı tarafından görevlendirilen THORNBURG adlı iktisatçı Türkiye'nin Bugünkü Ekonomik Durumunun Tenkidi adlı bir rapor hazırlar. Rapora göre;
- Türkiye'nin ağır sanayi kurması gerekli değildir.
- 1937 yılında kurulan Karabük Demir Çelik kapatılmalıdır.
- Uçak, makine, motor projeleri iptal edilmeli ve bu yatırımlara yönelinmemelidir.
- Demiryolu yerine Karayolu yapılmalıdır.
- Sanayi bırakılmalı tarımla kalkınılmalıdır.
- Aksine proje geliştiren yöneticilere ABD dostu gözüyle bakılamaz.
Uygulamaların nasıl hayata geçirildiği ortadadır. Ancak bundan önce, daha önce ATATÜRK döneminde de benzer nitelikte 1800 sayfalık DORR RAPORU hazırlanır. Çöpe atılan rapor, büyük önderin ölümünden sonra KUTSAL KİTAP tanımlaması ile anılır.
"Bunların olabileceğini gören ATATÜRK, 17.03.1923 tarihinde Mersin'de yaptığı konuşmada: Bizi amacımıza varmaktan alıkoyan iki kuvvet vardır. Biri dış düşmanlardır. Bunlar bizi bir sömürge haline koymak için ilerlememizi istemeyenlerdir. Fakat bizim için bunlardan daha zararlı, daha öldürücü bir sınıf vardır o da içimizden çıkması muhtemel olan hainlerdir" demiştir.
II. Dünya Savaşı mağlupları olan Almanya ve Japonya'nın mağlubiyet nedeniyle kabul ettiği, devlet girişimlerinin özel kesime devredileceği ve her alanın yabancı sermayeye açılacağı şartları Türkiye tarafından gönüllü olarak kabul edilmiştir. Bunun sonucu meşhur MARSHALL PLANI devreye girmiştir. Türkiye Cumhuriyeti ile ABD arasındaki Ekonomik İşbirilği Antlaşması 04 Temmuz 1948'de 5253 sayılı yasa ile onaylanmıştır. Anlaşmanın 2. Maddesinde; Türkiye Tasarrufunda Bulunan Bilumum Kaynakların Müşahedesi ve Tetkikine İmkan Tanıyacaktır ibaresi mevcuttur.
Marshall Planına mesnet olan Dorr, Thornburg ve Barker raporlarının temel niteiliği Ulusal maden varlıklarımıza rezerv koyan muhteviyatta raporlar olmasıdır. Marshal Yardımı ile Ulusal güce atılan cengel, çökertme operasyonu genç Cumhuriyet için artık uygulamaya geçmiştir. (M.CINKI-Kanlı Bir Öykü)
Bunu daha iyi anlayabilmek için ULUSAL GÜCÜ tanımlamak gerekir. Buna en uygun tanım da BARNET'in tanımıdır. "Bir ulus devletin gücü asla tek başına silahlı kuvvetlerinden değil, aynı zamanda ekonomik ve teknolojik kaynaklarından dış politikasını yürütürken gösterdiği ustalıktan, uzak görüş ve kararlılıktan, toplumsal ve politik örgütlenmesinin iyiliğinden gelir demektedir. FANSLWORTH ise "..Nüfus, coğrafya, doğal kaynaklar, ekonomik güç ve askeri güç'ten oluşan somut unsurlar ile Ulusal moral, ulusal liderlik ve siyasal sistemden oluşan soyut unsurları içeren yapının güçlü devleti oluşturacağını" ifade etmiştir.
Tüm bunların ışığında geneli incelendiğinde; konuya ışık tutacak bir araştırmasında, Dünya Bankası Başekonomist ve Başkan Yardımcısı olarak çalışan ve aynı zamanda bir akademisyen olan Joseph E. Stiglitz (Küreselleşme Büyük Hayal Kırıklığı) adlı kitabında "Kaynaklar açısından zengin bir çok ülkede insanlar, enerjiyi servet yaratmak için kullanacaklarına doğal kaynaklardan kendilerine gelir (Rant) sağlamak için uğraşıyor" demektedir. Gerçekten ülkemizde doğal kaynakları toprak altından çıkaranlar bunlardan elde ettikleri gelirleri doğal kaynakların endüstriyel dönüşümünü sağlayan tesislere değil, kişisel yaşamlarını refah seviyesini yükselterek devam ettirme uğruna harcamaktadırlar. Ülkemiz madenciliği uygulama ve sonuçlar dikkate alındığında, ulusal güç potansiyelimizin, kendisine madenci diyen ancak kamusal mülkiyeti özel rant kaynağına çeviren, madenciliği definecilikle eş anlamlı kılan organizasyonların talanıyla yok edildiği gerçeği ile karşılaşırız. (M.CINKI-Ulusların Gücü Yurdumuzun Tükenişi ya da Tüketilişi)
B- Yeni Dünya Düzeni-Küreselleşme Yönünden
Ulusal Güç Yaklaşımına karşı Yeni Dünya Düzeni-KÜRESELLEŞMEYE ilişkin Sonuç;
Yeni dünya düzeninin üçlü saç ayağı olan 1-küreselleşme, 2-özelleştirme, 3-yerelleştirme politikaları, 1980 yılını takiben liberal uygulamaları benimsemiş ve gelişmiş dünyanın dışında kalmış ülkeler tarafından özellikle Batıya entegre olmak adına Türkiyedeki hükümetler tarafından titizlikle uygulana gelmiştir. Şirketi ve çok uluslu sermayeyi ön plana çıkaran yeni dünya düzeninin merkez ülkeleri şirketlerinin ihtiyaç duyduğu yer altı kaynakları açısından dünyanın en kısır ülkeleridir. (M.CINKI-Ulusların Gücü Yurdumuzun Tüketilişi)
Küreselleşme; Williamson'un Latin Amerika için özetlediği şekilde dünyanın her yerinde, tüm ülkelerinde bütçe kısıtlamaları, kamu harcamalarının kısıtlanması vergi oranlarının düşürülmesi, finansal liberalleştirme, döviz kurlarının serbest bırakılması ticaretin serbestleştirilmesi, kamu işletmelerinin özelleştirilmesi, yasaların bir örnekleştirilmesi, ulusal devletlerin yetkilerinin bir çoğunun uluslar arası kurumlara devredilmesi, vb. dönüşümlerin savunulması, zorlanması ve yaygınlaştırılması ile gelişti. Özellikle az gelişmiş ülkelerde, 1970 lerde ortaya çıkan borç sarmalı, tasarruf oranının düşüklüğü ve dış yardım ve yatırıma duyulan yaşamsal gereksinim, bu ülkelerin küresel kapitalizmin istemleri doğrultusunda yeniden yapılandırılması için büyük kolaylık sağladı. Borç bunalımının aşılmasında IMF, dış yatırımların bu ülkelere kaydırılmasında dünya Bankası, bölgesel yatırım bankaları ve diğer uluslararası kurumlar bu ülkeleri avuçlarına alıp istediklerini yaptırdı.
IMF ve Dünya Bankası dayattığı yasal ve idari değişiklerle bunun alt yapısını hazırladığı gibi, alt kuruluşları ile bu girişimlere ortak olarak finans sağlamıştır. Ancak bu katılımları herhangi bir devlet kuruluşuna değil özel şirketlere verilmekte, sözde teknik olarak güçlü ve yerel ekonomiyi destekleyecek projelere yöneltilmektedir.
Michael Hart, (Küresel Sistemin Kuralları eserinde;) ".. hükümetler dünya üzerinde ekonomik çıkarlarını nasıl koruyacaklardır? Daha küçük ülkeler için iki seçenek vardır; ya işbirliği ya da baskı; aynı hedefe yönelik yürüme ya da daha büyük güçlerin tiranlığını kabul etme.." diyerek küreselleşme boyunu net şekilde açıklamıştır.
Madencilik sektörüne yansıyan günümüzdeki bunalımı aşmak ve uzun vadeli yatırımları sağlama almak amacıyla; çok uluslu şirketler, girdikleri ülkelerde madenciliğe konu olan ülkelerin dışsatım gelirlerinin artacağını, bu yolla sağlanacak gelirlerle kalkınmanın hızlanacağı ve yoksulluğun yenileceği propagandasıyla, küresel yaptırımları zorlayarak doğal kaynakların talan politikalarını uygulamaya başlamışlardır. Uygulana gelen politikalar sonucu bazı ülke topraklarının 2/3'sine kadar varan milyonlarca hektar alan, ulus ötesi şirketlerin kontrolü maden arama ruhsatı altında verilmiş, sağlanan olanaklarla, bu şirketler çoğu durumda hazır bulundukları maden yataklarını yeni teknolojilerle hızla tüketirken, elde ettikleri ürünü hiçbir kısıtlamaya uğramaksızın o ülkelerin dışına çıkarmışlardır.
Maden kaynakları işletirken yatağın en kârlı bölümü, deyim yerindeyse kaymak tabakası seçilerek farklı zenginlikteki tenörlere sahip cevher zonlarından en zengin kesimler, en kısa sürede en düşük maliyetle çıkarılıp işletmeler kapatılarak çok büyük miktardaki daha düşük tenörlü cevher ise bir daha kolay kolay işletilemeyecek şekilde terk edilmiştir.
Son on yılda arama yapılan az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde; başta Güney Amerika, Afrika, eski Sosyalist ülkeler ve Güneydoğu Asya ülkelerinde yoğun bir arama ve işletme kampanyasına girilmiş, sonucunda, atıklar arıtılmadan, çukurlar yığınlar eski durumuna getirilmeden olduğu gibi terk edilerek, geriye bazı sahalarda yüzlerce yıl ortadan kalkmayacak kirlilik ve çirkinlik bırakılmıştır. Ekolojik denge bozulmuş, sular kullanılamaz hale gelmiş, ormanlar yok edilmiştir. Tarihi doku ortadan kalkmıştır. (Tahir ÖNGÖR-Küreselleşme ve Maden Yasaları)
Özelleştirme Yönünden: Ülkemizde, ilk olarak 1858 yılında çıkarılan Arazi Kanunu ile madencilik yasal bir çerçeveye kavuşturulmuştur. 1906 yılına kadar değişik nizamnameler ile madencilik yönlendirilmeye çalışılmıştır. 1906 yılında yürürlüğe konulan Maden Nizamnamesi, 1954 yılına kadar yürürlükte kalmıştır.
1954 yılında Yeni Maden kanunu hazırlama komisyonu kurulmuştur. AId'in (Amerika Yardım Komisyonu) tavsiyeleriyle, Mr. ELY yurdumuza gelir ve yabancı tekellerin önerilerini büyük ölçüde dikkate alan yeni tasarı için çalışmalar yapar. Akabinde, yabancı maden tekellerinin çıkarları doğrultusunda 1954 yılında kabul edilen 6309 sayılı Maden Kanunu, 1985 yılında 3213 sayılı Maden Kanunu ile yürürlükten kaldırılmıştır.
Ülkemizin maden hukukunda neo liberalizmin istekleri doğrultusunda ki asıl köklü değişiklikler seksenli yıllarda gerçekleştirilmiştir. 1980 yılının 24 Ocak ekonomik kararlarının uygulamaya konulmasında yaşanan zorlukların 12 Eylül 1980 askeri darbesi ile aşılmasının ardından ülkemizde ulusal politikaların yerine açık açık çok uluslu şirketlerin politikaları uygulanmaya başlandı. Bunun sonucu ülke ağır bir borç sarmalına girdi.
1983 sonrasından çıkarılan yasalarla yabancı sermayenin ülkemize girişi ve kolayca dolaşımı amaçlanmıştır. Yabancı sermayeye açılan en önemli alanlardan biri madencilik olmuştur. 3213 sayılı yasadan sonra 3996 sayılı yasayla da devletin hüküm ve tasarrufu altındaki madenlerin işletilmesi yabancıların imtiyazına açılmıştır.
Şirket çıkarlarını ve çok uluslu sermayeyi ön plana çıkaran Yeni Dünya Düzeninin merkez ülkeleri şirketlerin ihtiyaç duyduğu yer altı kaynakları açısından dünyanın en kısır ülkeleridir.
Sanayileşmiş ülkeler yer altı kaynaklarının yetersizliği ve önemli bir kısmında da dışa bağımlı olmasına karşın dünya maden üretiminin %60'lara varan kısmını tüketmektedir. Ortalama 80 yıl yaşayan bir ABD vatandaşı, yaşamı boyunca 1633 ton yer altı kaynağı tüketmektedir. Dünya bu hızla yer altı kaynaklarını hızla tüketmektedir.
İhracatını ağırlıklı olarak petrol ve ham maden ürünlerine dayandıran ülkelerin ortak özelliği geri kalmış olmalarıdır. Örneğin, Yemen, Nijer, Zambiya gibi ülkeler kişi başına düşen milli gelir bakımından dünyanın en yoksul 10 ülkesi içerisinde yer almaktadır. İhracat gelirlerinin %60.8'ini elmas madeni oluşturan dünyanın en büyük elmas ülkesi ihracatçı ülkesi Siera Leone 414 $ dolarlık GSMH ile dünyanın en yoksul ülkesidir.
Ülkemizdeki özelleştirme furyası, 1986 yılında hükümetin isteği üzerine, Rio Tinto'nun kurumsal yatırımcılarından MORGAN BANK tarafından hazırlanan özelleştirme Ana Planında ETİBANK da özelleştirilecek kuruluşlar arasında sayılmakta ve ilk özelleştirilecek madenler olarak BOR VE KROM MADENLERİ belirtilmektedir. Alüminyumun kiralanması bakırların rehabilite edilerek satılacak duruma getirilmesi önerilmektedir. Bunun sonucunda; MTA'nın en önemli işlevi kısıtlanmış ve Enstitü yalnızca ruhsat alabildiği yerlerde çalışabilen bir kurum haline getirilmiştir. Etibank'ın öncelikle, bankacılık sektörü ayrıldı ve sonra da satıldı. Etibank'ın sigortacılık işlevi kapatılarak işlevsiz kılındı. Banka içi boşaltıldıktan sonra, devlete kaldı. Bugün büyük holdinglerin hepsinin birer banka ve özel finans kuruluşu varken Türkiye'nin en büyük işletmesi olan ETİBANK'ın bankacılık faaliyetinin tasfiye edilmesi ile finans kapısı da kapatılmış oldu. Ülke, özelleştirilen ancak işletilemeyen tesisler sonucu, dışsatıma yönelik maden işletmeciliği ağırlık kazandıkça madencilik çalışmalarının ülke ekonomisine kazandıracağı katma değeri hızla düştü.
1980 sonrası yapılan düzenlemelerle, yabancı sermaye akışı yeterince sağlanamadı. Örnek; ülkemizde 85 yabancı şirket 1980'den bu yana yalnızca 275 milyon dolar madencilik yatırımı yapmış bulunuyor. Bu da dış yatırımın yalnızca %0.9'unu oluşturuyor. Gelen sermayenin hiçbirisi de metal işleme endüstrisi kurma düşüncesine sahip değil. Arama çalışmalarında MTA verileri emsal teşkil ediyor.
Yerelleştirme Yönünden; Hükümetin uyum yasaları adı altında çıkarmaya çalıştığı Mahalli İdareler Yasası, Kamu Personel Rejimi yasası, Halkların kendi kaderini tayin etme hakkı ve kültürel haklar sözleşmelerinin kabulüne ilişkin olarak çıkaralan yasalar dikkatlice incelenip Maden Yasası, Nitelikli Sanayi Bölgeleri Kurulması Hakkında Kabul edilen yasa, yabancı sermayeyi teşvik kanunu birlikte değerlendirildiğinde;
Devletin üniter yapısının bozulduğunu, merkezi otoritenin zayıfladığını, özel güvenlik birimleri oluşturularak ulusal ordunun zayıflatılıp parçalanacağını, etkin özellikler ve mezhep farklılıkları ön plana getirilerek Türkiye de kendi içine kapalı bölgeler yaratılacağı, uzun vadede Türkiye Cumuhriyeti Devletinin yıkılmasına meydan verileceği, halkın elinde ki tüm sermayesi olan hammaddesinin yok edileceği gerçeklerinin göz ardı edilmemesi gerekmektedir.
Tüm bunlara örnek; Elazığ Guleman (Alacakaya) yöresinde bu toprakların yer altı zenginlikleri Kürdistan'a ait olduğu propagandası yapıldığı, 21 Mart 1990 tarihinde ki elim olayda; Şark Kromları Ferrokrom Müessese Müdürlüğü personelinden dokuz kişinin öldürülmesi de acaba bir tesadüf müdür? (Apo davası duruşma dosyası) Türkiye Cumhuriyeti'nin halen KADASTRO çalışmalarının tamamlanamaması yeni tapuların verilmesi için midir?
1996 yılında 53. hükümet döneminde AMDL şirketi ile yapılan imtiyaz sözleşmesinin New York Borsasında Halka arzı için yapılan tanıtım broşüründe Türkiye'den Türkiye Fedaral Devleti diye bahsedilmesi, geçmiş yıllarda İstanbul'da düzenlenen HABİTAT II projesinin açılış konuşmasında tüm devlet erkanın da bulunduğu ATATÜRK Kültür Merkezinde B.M. Genel Sekreterinin konuşmasında Türkiye Feoderal Cumhuriyeti demesi bir tesadüf müdür.
Almanya'nın eski Başbakanlarından Sosyal Demokrat Helmut Schmidt, Berliner Tagesspiegel adlı gazeteye verdiği demeçte, Türkiye'nin parçalanmasını hedefleyen 10 Ağustos 1920 tarihli Sevr Antlaşmasını kastederek, bu dönemde Kürtlere bir devlet hakkı verilmemesinin büyük hata olduğu ifade etmesi oldukça anlamlı olmakla acaba tesadüfümüdür?

C, Tüm bunların ışığında 3213 sayılı yasanın maddesel olarak değerlendirilmesi;

Kanun tasarısı ile;
Madencilik sektörünün önündeki yasal engellerin kaldırılarak, sektörün önünü açmak ve böylece madenciliği teşvik etmek,
Ruhsat iptalleri yerine maddi cezalar öngörülürek ruhsat ve yatırım güvencesini arttırmak
Madencilik faaliyetlerinin tabi olduğu izinlerin alınmasında ki bürokratik işlemleri azaltmak
Madencilik faaliyetlerine getirilen teşvikler ile sektöre ivme kazandırmak,
Devlet hakkı ödemelerinde yeni bir düzenleme getirilerek devletin gelirlerini arttırmak,
Mahalli idarelerin maddi yönden güçlendirilmelerini sağlamak için madencilik faaliyetlerinin yapıldığı vilayetlerin özel idare müdürlüklerine, Devlet hakkı payını aktarmak.
Tuğla-kiremit, çimento, kireç sanayilerinin hammaddelerini kanun kapsamına alarak sektörde güvence sağlamak amaçlanmıştır.
Anayasanın 168. Maddesinde; Tabii servetler ve kaynaklar Devletin hüküm ve tasarrufu altındadır. Bunların aranması ve işletilmesi hakkı devlete aittir. Devlet bu hakkını belli bir süre için gerçek ve tüzel kişilere devredebilir" hükmü mevcuttur. Son zamanlarda bilhassa uluslarası firmaların ihtiyaçları dikkate alınarak yeni bir egemenlik tanımı yapılmak istenmektedir. Doğal olarak yeni egemenlik alanlarının açılması için mevcut egemenlik tanımının değiştirilmesi, başka bir ifade ile mevcut egemenliğin daraltılması gerekmektedir.
Liberalizmin fikir babası Hayek; bireyin toplum, sınıf ve ulusa karşı önceliği vurgulanırken, şirketlere bilhassa uluslararası şirketlere karşı konumuna hiç değinilmemektedir.
Liberalizme göre piyasalarda ortak amaç ya da iyi yoktur. Devletin görevi piyasayı müdahale ederek düzenlemek değil, bireylerin piyasa ekonomisinin düzgün işleyişine zararlı eylemlerini önlemektir. Yine Hayek para piyasalarının hükümetlerin kontrolünden çıkarılması gerektiğini savunmaktadır. Gerekçesi ise hükümetlerin popülist politikalar uygulamalaya yatkın olmaları. Ayrıca, merkez bankalarının bağımsızlığı, para basma yetkisinin hükümetlerden alınması ve kambiyo rejiminin oluşturulmasını önermektedir. (Bizde Merkez Bankasının özerkliği örnek)
Değişiklik yasa tasarısının 3. maddesine, liberal mantıkla, birey topluma aileye, sınıfa ve ulusa önceleniyorsa, ticari faaliyetler de ormana, çevreye tarihe ve insanın en önemli gıdası olan suya karşı öncelenmektedir. Bunun uluslararası şirketler eliyle yürütüldüğü zaman oluşturacağı tehdidi görmemek mümkün değil.
Yasanın değişikliği içeren maddelerinde kamu yararı güdüldüğü ifade edilmekte, ancak madencinin yararı devletin ulusun yararının önüne geçmektedir.
Tasarıda maden aramalarında AR-GE teşvik edilmekte, işletmecilik ve madenlerin uç ürüne dönüştürülmesinde AR-GE faaliyetleri teşvik dışı bırakılmaktadır. Rakibine mali destek veren tacir gibiyiz.
Yirmi yıldır özel olarak uygulanan politikalarla, egemenlik milletin elinden alınarak uluslararası kuruluşlara ve şirketlere devredilmektedir. Devletin kurucu iradesine, İzmir İktisat Kongresinde bağlanan Kuvayi İktisadi ve Anayasanın Ruhuna uygun olan Kamu Mülkiyeti Sistemi korunmalıdır. Madenlerin Kamu Mülkiyetinde olmadığı ABD'de bile BLM (Arazi Kullanma Bürosu) tarafından yapılan değerlendirmeye göre 700 milyon dönümlük alanda madencilik yapılırken bunun 165 milyon dönümlük bölümü ulusal parklar, yaban yaşamı koruma alanları nedenleriyle madenciliğe kapatılmış, 182 milyon dönümlük kesimde de aynı büro tarafından bu alanlarda madencilik yapılamayacağı kararlaştırılmıştır.
Mevcut tasarının ana fikri Ruhsat Ticaretine zemin hazırlanması, Aşırı ve Plansız Üretime yol açılarak düşük olan fiyatların daha da düşmesinin sağlanması, getirilecek yanlış teşvik sistemi ile neredeyse, üzerine para alacak şekilde Kontrolsüz faaliyet göstermenin ve yanlış beyanlara uygulanan cezaların caydırıcı olmaktan çıkarılması suretiyle yolsuzlukların alt yapısının hazırlanması olarak karşımıza çıkmaktadır. Kar yerine satış tutarı üzerinden devlet hakkı alınması olumlu bulunacak hükümler varsa da teşvik sistemi ile bunlardan da geçilmektedir. Ülkenin herhangi bir kazancı olmayacaksa niçin madencilik yapılacaktır?
Tüm bunların ışığında yasayı madde madde değerlendirmek yerine, 57. Hükümet döneminde, AKP grubu adına Mehmet Altan KARAPAŞOĞLU (Bursa Milletvekili), Doç.Dr. Sait ÇABA (Afyon Milletvekili), Zeki ERGEZEN (Bitlis Milletvekili), Dengir Mir Mehmet FIRAT (Adıyaman Milletvekili) sıfatıyla sunmuş oldukları muhalefet şerhinde;
Kanunu, Kıyı Kanunu, Milli Ağaçlandırma ve Erozyon Kontrolü Kanunu, Mera Kanunu, Zeytinciliğin Korunması Hakkında Kanun, İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğü Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun, Belediye Gelirleri Kanunu,
Diğer taraftan muafiyet ve istisnaların Vergi Kanununlarında yer alması gerekirken, özel kanunlarla vergi istisna ve muafiyeti getirilmektedir. Bu mantık Vergi kanununlarının bütünlüğünü bozmakta, uygulamalarda belirsizlikleri ve zorlukları gündeme getirmektedir. 5422 sayılı Kurumlar Vergisi kanuna 4008 sayılı Kanunla eklenen mükerrer 45. madde ile kurumlar vergisine ilişkin indirim, istisna ve muafiyetlerin ancak kurumlar vergisi kanununa gelir vergisi kanununa ve vergi usul kanununa hüküm eklemek ve bu kanunlarda değişiklik yapılmak sureti ile düzenleneceği hükmü bulunmaktadır.
3946 ve 4396 sayılı kanunlarla istisnaların birçoğunun kaldırılmış bulunduğu hususu dikkate alındığında yeni muafiyet ve istisnaların getirilmesinin uygun olmayacağı.
Maliye sistemimizin çeşitli vesilelerle uyguladığı indirim ve terkinlerin Vergi kanunlarımız içinde görülebilmesini temin edecek düzenlemelerin de yapılabilmesi ve şeffaf bir bilgi alınabilmesi olanaksız hale gelecektir.
Yabancı Sermaye Derneği tarafından hazırlanarak TBMM'ne kadar ulaştırılan Endüstri Bölgeleri Kanun Tasarısının mantığı ve tutumu ile düzenlenen bu kanun sivil toplum örgütlerinin tepkisini çekmektedir.
- Maddeler yönünden;
- Tasarının 3. maddesi "Maden Kanununun 7. maddesinde yapılmak istenen değişiklik İlgili Yasalar Gereği İzin Alınması Kuralı Kaldırılarak, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığının hazırlayacağı bir Yönetmelik Doğrultusunda madencilik faaliyetleri düzenlenir" kuralı haline dönüştürülmektedir. Hukuk kuralının göz ardı edildiği bu düzenlemenin ardından verilmiş ruhsatlara dayalı olarak devletin gözetim ve denetimi altında yürütülen madencilik faaliyeti yürütülmekte olan faaliyetin niteliğinin gerektirdiği bilimsel ve teknik çözümlere riayet edilmesi koşuluyla engellenemez hükmü konularak İ.Y.U.K'da ki yürütmeyi durdurma ve iptal kararlarının uygulanması ile, maden kanunu arasında bir kanunlar ihtilafı yaratılmaktadır. Bu durum da açıkca anayasa ya aykırıdır. "Yargıyı etkisizleştirmek ve yargı kararının uygulanmasını engellemek anlamına gelen bu düzenleme anayasamızın 138 ve dolaylı olarak da değiştirilmeyecek ve değiştirilmesi teklif dahi edilmeyecek Cumhuriyetin Nitelikleri'ni düzenleyen 2. maddesine aykırıdır.
- Bu tasarı Anayasamıza 5,11,17,43 sayılı kıyılardan yararlanma 44 sayılı toprağın korunması, 45 sayılı Tarım Alanları ve Meraların korunması, 56 sayılı Sağlık ve Çevre Hakkı, 63 sayılı tarih, Kültür ve Tabiat Varlıklarının Korunması, 138 sayılı İdare, Yasama ve Yürütmenin Mahkeme kararlarına Uyma ve Yerine Getirme Zorunluluğu, 169 sayılı Ormanların Korunması Genişletilmesi, Çevre ile ilgili bir çok uluslararası imzalanmış sözleşmelere de aykırıdır.
- AKP olarak yurdumuzun sınırları içindeki topraklarımızın üstünde ki varlıklarımız ile topraklarımızın altındaki varlıklarımız olan madenlerimizin, toplumun yararı istikametinde geliştirilmesinden yana olduğumuzu ancak; Hukuk Devleti İlkesinden de ödün vermemek tutum ve düşüncesi ile bu yasa tasarısına karşı olduğunu parti görüşü olarak sunmuşlardır.
Ancak, yasa tasarısı 57. hükümet döneminde ki halinden daha da ağırlaştırılmış şekliyle TBMM gündemine getirilmek istenmektedir. Şöyle ki; (TBMM'ye sevk gerekçeleri sıralamasına göre yanıtlamak gerekirse)
Madenciliğin önünde ki engelleri kaldırmak; tamamen hukuksuzluk hakim,
Ruhsat güvencesi, yasa tasarısının getirmeye çalıştığı maden haklarının kaldırılamayacağı ve sürdürülemez duruma geldiği ortaya çıktığında bile 6 ay ek süre verilmesi uygulamalarının benzerlerinin başka ülkelerin ulusal maden hukuklarında pek yerinin olmadığı görülüyor.
Madencilik sektörüne teşvik; adeta devlet üste para veriyor.
Devlet payı; kardan değilde ocak çıkışına göre brüt üretim üzerinden %2 alınması iyi gibi görünse de, teşvikler, vergi muafiyetleri, buluculuk hakkı düzenlemesi birlikte değerlendirildiğinde, üste para veriyoruz.
Mahalli idarelerin güçlendirilmesi; bu gerekçe, halkların kendi kaderini tayin kültürel hakların korunması, mahalli idareler yasası ve kamu personel rejim yasası ile birlikte değerlendirilmeli. Bu durum da bölgesel self determinasyon hakkı kullanılabiliyor.
Anılan yasal düzenlemelerle, perde arkasında merkezi devlet bertaraf edilmekte, Türkiye Cumhuriyeti, beyliklere ayrılmaktadır. I. Dünya Savaşı sonrası, askeri yenilgi gelmiş, ülke bölgesel anlamda işgal edilmişken, şimdi yapılmak istenilen, önce şehir devletleri kurarak yani önce Sevr fiilen hayata geçirilip sonra askeri yenilgiyi sağlayacaktır.
İkiz ihanet yasaları ile kabul edilen Birleşmiş Milletler sözleşmelerinin 1. maddelerinin 2. Bentlerine göre, "Bütün haklar... kendi doğal zenginlik ve kaynaklarından özgürce yararlanabilirler. Bir halk, hiçbir durumda, kendi varlığını sürdürmesi için gerekli olan kendi olanaklarından yoksun bırakılamaz." Buna mahalli idareler yasası ve kamu personel yasası eklendiğinde; Madeni işletmek isteyen yabancı firmaların almış oldukları işletme hakları dikkatlice incelendiğinde, ham cevherin işlenmesinden değil para kazanmak, Fırat ve Dicle nin suyu dahi ülkenin batısına gelmeyecektir.
- Serbest, şeffaf ve istikrarlı piyasa koşulları içinde ulusal kaynaklarına öncelik veren, bu kaynakların aranmasında ve istenen kaliteyle, güvenli ve ekonomik olarak üretiminde ileri teknolojileri kullanan ve geliştirebilen,
- Gereksinim duyduğu enerjiyi, güvenli, güvenilir, ekonomik verimli ve çevreye duyarlı teknolojilerle üreten, ileten depolayan ve kullanan;
- Uluslararası enerji pazarında yarışabilecek enerji teknolojileri geliştirebilen ve uluslararası enerji yatırımlarında etkin bir TÜRKİYE hedeflenmelidir. (TÜBİTAK -Enerji ve Doğal Kaynaklar Paneli) Madenlerimiz kısıtlı olması enerji üretiminde birincil öncelik olması koşuluyla tüm üretim safhaları Türkiye de gerçekleştirilecek şekilde yabancı sermayeye açılmalıdır.
Enerji güvenirliği açısından dışa bağımlılığı kabul edilebilir düzeylerde tutmak amacıyla arama çıkarma ve kullanım açısından yerli kaynaklara öncelik tanınmalıdır. (TÜBİTAK panel)
Nitekim, ülkemizde enerji yoğun sanayide özel kesimin gelişmemesinin en önemli sebebi Elektrik fiyatlarında ki yüksekliktir. Elektrik fiyatları makul bir seviyeye indirildiğinde tesislerin zarar etmesi diye bir kavram söz konusu olmayacaktır. Yukarıda açıklanan Morgan Bank'ın hazırladığı Özelleştirme Ana Planında Seydişehir Alüminyum Tesisi kiralama yöntemiyle özelleştirilecektir. Özelleştirme baskısı Seydişehir Alüminyum tesislerinin modernizasyonuna da engel olmuştur.
Sovyet teknolojisi ile kurulmuş olan tesisler, kurulduğu günden bu yana geçen 30 yıl sonunda, tesisin modernizasyonu gerçekleşmediği halde, halen tam kapasite ile çalışmaktadır. Bu büyük başarı, devlet memurları eliyle ve Kamu İktisadi Teşebbüsü mevzuatıyla gerçekleştirilmiştir.
Sektör de global bir kartel söz konusudur. (Rio Tinto/Coalco'nun %30 hissesinin bulunduğu Queensland Alümina firmasına aynı zamanda Kaiser %28, Alcan %22 ve Peciney %20 hisselerle ortaktırlar) Dünyanın her yerinde orta hareket eden bu firmalar, üretim yaptıkları ülkelere hiçbir katma değer bırakmadan hammadde temin etmenin yollarını aramakta ve rakip olarak gördükleri devlet kuruluşlarını tasfiye etmek için gayret göstermektedirler.
Bilindiği gibi Seydişehir Alüminyum tesisleri, diğer birçok tesislerimiz gibi Rus teknolojisi ile yapılmıştır. Türkiye sanayileşmesinde Rus ya da Sovyet teknolojisini seçerken, bu tercih Rus teknolojisinin üstünlüğünden kaynaklanmamıştır. Batı (İngiliz, Fransız, Alman, ABD vs) paramızla bile bize teknoloji vermemiş, tesislerin kurulmasına karşı çıkmıştır. Şimdilerde ise varlığı onları rahatsız etmektedir. Ergani bakır tesisleri küçültülerek Glencore'un kontrolünde üretimine devam etmektedir. Türkiyenin tek Çinko Kurşun (aynı zamanda tek altın işleyebilecek) tesisi olan ÇİNKUR Glencore tarafından dolaylı olarak satın alınmış ve kapatılmıştır. Türkiye çinkoyu Glencore ve yan kuruluşlarından temin etmektedir. Almanların yapılmasına karşı çıktığı Elazığ Ferrokrom tesisleri Marc RIHC (zamanında kırmızı bültenle aranırken Clinton tarafından başkanlık görevinden ayrıldığı son gün affedilmiştir) ve firmalarının (Glencore) pazarlamada uyguladığı ambargo nedeniyle iki yıldır üretim yapamamakta ve kapanma tehdidi altında bulunmaktadır. Şimdi hedefte Seydişehir Alüminyum tesisleri vardır. Seydişehir kamu da kalmalıdır. (Galip TÜRKMEN-Seydişehir Alüminyum Tesisleri Önemi ve Geleceği)
Türkiyenin enerji sektöründe pay sahibi olabileceği dünya da rakipsiz olduğu elindeki tek hammaddesi şimdilik BOR MADENİDİR. Türk Borlarını ele geçirme operasyonun da Eti Holdingin ve Eti Bor A.Ş'nin halka açılmasını sağlamak olacağı esastır. Danıştayın 26.05.1999 gün ve 199/66 E. ve 1999/93 K. sayılı kararı ile eti Holdingin Anonim Şirket olarak yapılandırılmasının ve Eti Bor A.Ş.'nin de özel şahıs hissesinin bulunmasının hukuka aykırı olduğu tespit edilmesine rağmen, halen hukuka uygun bir yapılanmaya gidilmemesi dikkati çekmektedir. Tek elde kalan Borun korunması için 2840 sayılı yasa korunmalıdır.
Ancak 3213 sayılı yasa da ki değişikliğe ilişkin geçici madde de; Etibank'ın elindeki ruhsatlara ilişkin 5 yıllık arama işlemini bitirmesi gerekmektedir. Fiilen mümkün olmayan bu durum sonucu, Etibank'ın elinde ki sahalar, parçalanarak, hem rekabete açılacak hem Etibank'ın işlevi sona erecektir.
Bu konuda "2840 sayılı yasa hükümleri saklıdır. Bu kanunun yürürlük tarihinden önce ve sonra bulunmuş ve bulunacak olan tüm bor tuzları 2840 sayılı yasa hükümlerine tabiidir" şeklinde düzenleme getirilmelidir. Tasarı tam aksini getirmektedir. Mevcut uygulama da halen tasarıda korunduğu gibidir.
Üzerimize serpilmiş ölü toprağından bir an önce kurtulmalıyız. Ucube bir hayalet gibi önümüze konan AB üyeliği bizim için bir hayaldir. Teoderl HERLZ in siyonizm hareketini başarıya ulaştırmak için söylediği "İnsanları değiştirmek istiyorsan, önce yaşam koşullarını değiştirmelisin" sözü bugün bizlere uygulanan geçer stratejinin yeni açılımıdır.
AB diyerek hazırlandığımız, her denilene evet dediğimiz dönemde parçalanma ile karşı karşıyayız. Parçalanmak yetmeyecek, kurulacak şehir devletlerinin de yaşama şansları olmayacaktır. AB nin çıkardığı 5 EURA da bulunan harita da yer alan TÜRKİYE yarım olarak yer almıştır. Bu durumda acaba Türkiye Federal Cumhuriyet olmadan Türkiye Cumhuriyeti olarak bütün halinde AB ye üye olabilirmiyiz.

"Bayrakları Bayrak Yapan Üstündeki Kandır, Toprak Eğer Uğrunda Ölen Varsa Vatandır" şiarından hareket eden rahmetli Dr. Necip HAPLEMİTOĞLU'nun dediği gibi, "Türküm ve Başka Türkiye Yok" diyerek Türkiye Cumhuriyeti Devletine sahip çıkma zamanıdır...

Makalenin Yazılmasında

Ayhan BİLGİN 1998 tarihli Akit Gazetesinde ki Türkiye Federal Devleti makalesinden,
CHP Madencilik ve Metalurji Komisyonunu çalışmasından,
Tahir ÖNGÖR, Küreselleşme ve Maden Yasaları başlıklı makalesinden,
M. Mustafa CINKI Ulusların Gücü ve Yurdumuzun Tükenişi-Tüketilişi başlıklı makalesi,
M. Mustafa CINKI Krom-Kanlı Bir Öykü başlıklı makalesinden,
M. Mustafa CINKI Gözümüzün Boru Başlıklı Makalesinden,
M. Mustafa CINKI Bor Pazarında Rekabet-Boron Fuel Başlıklı Makalesinden,
Galip TÜRKMEN Seydişehir Alüminyum Tesisleri Önemi - Geleceği başlıklı makalesinden,
Ali KUZU Rapor başlıklı çalışmasından,
Ali SAPMAZ Maden Yasası Değişiklik Tasarısı; Yeni Oyunlar başlıklı makalesinden,
Galip TÜRKMEN Maden Kanununun Tasarısı-Mülkiyet-Hakimiyet başlıklı makalesinden,
AKP'nin 57. Hükümet Döneminde Yasa Taslağına Koyduğu Çekince'den,
TMMOB 3212 Sayılı Maden Kanunun Değerlendirilmesi Başlıklı çalışmasından,
Ali KUZU Maden Kanunundaki Değişiklikler başlıklı makalesinden,
TÜBİTAK Enerji ve Doğal Kaynaklar Paneli çalışmasından yararlanılmıştır.

'Av. Dursun YASSIKAYA'

 

 

  • . Saklı Lider

  • . Durum Analizi

  • . Münakaşadan Müzakereye 1

  • . Münakaşadan Münazereye 2

  • . Münakaşadan Münazereye 3

  • . Bizi Tanımak

  • . Adalet ve Verimlilik

  • . Tüketici Hukukunda Araç Kiralama

  • . Yanlış Okursanız

  • . Küresel Güç

  • . Gnostik Akıl

  • . İlk Kozmos Devlet; ABD

  • . Her Geçen Gün Derinleşen Genel Küresel Kriz

  • . Akıl Tutulmasını Aşamazsanız İşimiz Zor!

  • . Denediler Başaramadılar, Vizyoner Liderlik

  • . Güncelleme

  • . Kadınlar Gününde Uzlaşmadan Uzak Yaşananlar

  • . Maden Yasası mı İhanet Yasası mı

  • . Yeni Bir Gün,Yeni Bir Umut,Yeni Bir Firsat

 

 

  • HAKKIMIZDA
  • EKİP
  • BASIN
  • ÇALIŞMA ALANLARI
  • YAYINLAR
  • KARİYER
  • İLETİŞİM
  • GOOGLE MAPS

  Adres: Fatih Sultan Mahallesi, Dumlupınar Bulvarı, 2700. Cadde, ARP Kule No: 3/30 (Kat: 15), 06790, Etimesgut/ANKARA

  Telefon: +90 312 430 71 71

   Faks: +90 312 430 60 70

  E-posta: info@yassikayahukuk.com

© 2022 YASSIKAYA Hukuk Bürosu. Tüm hakları saklıdır.